Emperyalist güçlerden, küresel güçlere işçinin değişmeyen kaderinin sembolü bir kutlanıp, bir yasaklanan meydanları paylaşılamayan 1 Mayıs.
“En çok işçilerden mi yoksa meydanlardan mı korkulduğu anlaşılamayan o gün”
1 Mayıs işçi sınıfının insanca çalışmak için gösterdiği direncin simgesidir. Ülkemizde ilk kez 1912 yılında kutlanmaya başlanmış ve 1923 yılında da yasal olarak “İşçi Bayramı” ilan edilmiştir. Bir yanda hafızalarımızda emekçilerin halaylar çekerek dayanışma içerisinde kutladığı bir gün olarak kalsa da öbür yanda katliamların, yasakların, korkunun günü olarak varlığını sürdürmeye devam ediyor.
1976’da yılında Taksim’de gerçekleşen ilk büyük işçi yürüyüşünden 1 yıl sonra, işçiler yeniden daha görkemli bir kutlama için Taksim’e yürümüşlerdi. Sabahın erken saatlerinden itibaren işçiler, öğrenciler, kadınlar ve hatta çocuklardan oluşan beş yüz bin emekçi bütün coşkularıyla meydana akın etmişlerdi. Dönemin DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler’in konuşmasının sonlarına doğru çevredeki binalardan halkın üzerine ateş açılmış, yaşanan paniğin ardından 37 kişi yaşamını yitirmiş ve 200’den fazla kişi de yaralanmıştı.
İşte meydanlardan niçin korkuluyor sorusunun yanıtı da burada galiba. Tek derdi insanca yaşamak olan emekçinin bayram günü bile çok görülüyor. Belki de kolektif bir bilinçten, uyanıştan korkuluyordur.
Ekmeğin aslanın ağzında olduğu zamanlarda emeği en çok sömürülen, üç kuruşa kırk takla atan, güvencesiz çalışmak zorunda kalan işçiler acaba başımıza bir şey gelir mi diye bayram günlerini bile kutlayamıyorlar.
1980’li yıllardan bu yana ülkemizde hayata geçirilen Neoliberal ekonomik politikalar, büyümenin yavaşlamasına, yatırım harcamalarının azalmasına neden oldu. Kişi başına düşen milli gelir rakamlarının yarattığı derin yoksulluk, emekçi ve emekli sınıfı daha da yoksullaştırdı. Maalesef ülkemiz dünyada işçi haklarının en kötü olduğu 10 ülke arasında. Uzun çalışma saatleri, iş cinayetleri, meslek hastalıkları ve artan vergi yüküyle işçiler açlık sınırın altındaki asgari ücretle daima bir yaşam mücadelesi vermek zorunda kalıyorlar.
Artan enflasyon bizi her geçen gün daha da yoksullaştırıyor. Öte yanda bitmeyen gıda enflasyonu, IMF’nin desteklediği “kemer sıkma” politikaları halka dayatılmaya devam ederken, zenginin daha da zenginleştiği fakirin daha da fakirleştiği zamanlarda yaşıyoruz. Yaşıyoruz ama nasıl yaşıyoruz? İçtiğimiz suyun bile hesabını yaparak her gün yeniden nasıl tasarruf yapacağımızı düşünerek bugün de nerden kıssam diye uyandığımız sabahlar, birbirini kovalayan zamlı yıllar geçiyor ömrümüzden. Bankalar, holdingler, şirketler karlılıklarına kar katarken halk her geçen gün daha da yoksullaşıyor.
Peki ne yapmalı emekçi nasıl hayatta kalmalı? Konuşmasın, düşünmesin, köle gibi çalışsın. Yorgunluktan kendini eve zor attığı gecenin sabahına sırtında borçlar ve buzdolabında koca bir boşlukla koştur koştur işe giderken bu bitmeyen kısır döngünün içerisinde varlığını nasıl sürdürmeli diye düşünürken Nazım’ın şiiri ve mücadelesi umut oldu yine bana
Dörtnala gelip Uzak Asya’dan
Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket, bizim.
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benzeyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim.
Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
bu dâvet bizim…
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşcesine,
bu hasret bizim…
Saltanatlar gelir geçer baki olan emeğin dayanışmanın gücüdür. Sendikalaşmanın önemini unutmamalı ancak birlik içerisinde hareket edersek sermayeyi yenebiliriz. Çarklara rağmen umudumuzu kaybetmemeli ve haktan, adaletten vazgeçmemeliyiz. Her zaman bir yolu vardır insanca yaşamanın. İşimize, emeğimize, onurumuza sahip çıktığımız, haksızlıklar karşısında yılmadığımız zamanlarda yaşamamız dileğiyle. 1 Mayıs bugün değilse bile bir gün hürriyetin kapılarını açacaktır tüm emekçilere…
Yaşasın 1 Mayıs, Yaşasın İşçiler, Köylüler, Tüm Emekçiler…
İşçi Bayramımız Kutlu Olsun
Cemile Kavak